Zindanlarda yaşanan bu kaçıncı açlık grevi…
Daha kaç kişi bedeninden başka hiçbir aracı olmadığı için bütün bedenini bir büyük çığlığa yatıracak. Daha kaç kişi bu çığlığa tanık olmanın öfkesini biriktirecek.
Bir çığlık sönecek, yeni bir çığlık yükselecek… Daha kaç yüzyıl, daha kaç yüzbin hayat böyle yaşanıp sönecek/doğacak!…
Egemenler duymaz, duymak istemezler! Kimi zaman sevinirler bile… Büyük oyunun küçük parçaları kendi kendini yok etmiş, ne ala!…
Daha ne kadar öfkelerimizi kuşanmak zorunda kalacağız!
Öfkeli olmayı bizler seçmedik, taleplerimiz her daim çok sade oldu; ‘’farklılıkların tanınması!’’ Hepsi, bu! ‘’Farklıların seslerine geçit verilmesi!’’ Kim bilir, belki bu seste barış ve çözüm vardır! Savaş ve yıkımla beslenenler için adı bile anılsın istenmeyen barış ve çözüm!
Kitleler için ekmek su gibi elzem bu sade talebin karşılanması neden bu kadar zor olabilir ki?… Bu farklı sesler, egemenler için ne kadar yıkıcı olabilir ki? Bu ne büyük korkudur! Korkularından kendi kendilerini de boğmaktalar!
Onların da miadı doluyor, geçmişte olduğu gibi. Bir telaş, bir panik!
Bu süreyi kısaltmak lazım! Bu sade talebi görünür kılmak lazım, şimdi her zamankinden fazla. Çünkü yeniden bir insan açlık grevine yattı! Ve üstelik artık kritik eşik aşıldı! Böylesi dönemler sözleri daha güçlü yayma zamanları. Bıkmadan, usanmadan, her köşe başında, her mecliste, her erk ocağında!
Yeni yöntemlerle, gerçekten etkili olabilecek hedefleri netleştirerek! Sadece vicdanları rahatlatacak suya yazı misali eylemlerle değil, kendi kendimize propaganda mekânlarında değil! Sahiden sonuç almak üzere… Karar vericiler üzerinde direkt baskı unsuru olabilecek yerlerde!
Çünkü bir arkadaşımız daha zindanda elinde kalan son aracıyla, bedeniyle, içleri dağlayan büyük bir çığlık atıyor. Yaslarımızı çoğaltmadan yeni yöntemler yaratılmak zorunda! Aksi halde bu çığlık –egemenler kadar bizlerin de- hepimizin boynunda asılı kalacak, sonsuza kadar!
Her yerde olmak zorundayız, kendimizi klonlayarak da olsa… Sağır sultanlar bile duyduklarını ikrar etmek zorunda kalsınlar! Arkadaşımızın zamanı azaldı! Vicdanlarımızın da! Yine geç kaldık demeye gücümüz var mı?
Bütün Avrupa’nın Kürt Özgürlük Hareketine borcu var! Bugün IŞİD –tehlike olmaya devam etmekle birlikte- Avrupa sokaklarında pala sallamaya başlamamışsa eğer bu, Kobane’de, bütün bir Ortadoğu coğrafyasında kendini siper eden Kürk Özgürlük Hareketi gençleri sayesindedir! Önderliği üzerindeki tecridi kaldırarak bu borcu ödemek zorundalar! Bazen insan şöyle düşünmeden edemiyor doğrusu; hala bu halkın kendi canıyla kazandığı statüsü tanınmayacaksa/bir resmiyete kavuşturulmayacaksa eğer, duralım, çekilelim, bırakalım IŞİD zihniyeti Erdoğan eliyle Avrupa’yı kasıp kavursun! Niye her daim o güzelim Kürt Gençleri, o güzel Kürt düşünürleri, politikacıları ölüyor!
Tabi; hemen bu fikri yutkunuyoruz da; bu olasılığı da burunlarının ucuna yapıştırmak gerekmez mi?
Elbette ki bu bir duygusal tepki… Unutun, gitsin!
‘’ ’Yine geç kaldık’ dememek için…’’ sözleri ürkütücü, çünkü ‘yine geç kalındı!’…
Belki şimdiye kadar çoktan çalışma metotları değiştirilmeliydi, çoktan1970’ler usulü örgütlenme biçimleri, toplantı, tartışma biçimleri değiştirilmeliydi… Yaratıcı fikirlerin ortaya çıkmasına alan açmayan, kalıplaşmış kasılmış kalmış usuller terk edilmeliydi. Örgütsel tavır adına bireysel yetenekleri çeşitli biçimlerde yaftalayıp ya da göz ardı edip, sonra da ‘inisiyatif alın’ çağrıları boşa düşürülmemeliydi! Mücadele ettiğinden değil, -kısmen de olsa- kendi kendinden korkar hale gelinmemeliydi!
Geç de olsa yollar tükenmedi elbet. Bunca yıl, ağır aksak da olsa, yeni durumlara, koşullara göre biçim alınarak yürütülmedi mi bu mücadele… Elbet bu tıkanan süreçte de yine yeni yöntemler bulunacak. Bu açlık grevinin egemenlere karşı olduğu kadar, biraz da, mücadele yöntemlerinin tek boyutlu, kolaycı kısırlığına karşı da bir çığlık olduğu görülürse eğer!
Nürnberg, 01.01.19
*Yavaşlığın Keşfi – Sten Nadolny. Okumayanlara önerilir.